Karanlık Aydınlık
“Sen günümüzün Diyojenisin ve ben de büyüyünce senin gibi olacağım.” dedi çocuk. Bir çocuğun hayalleri en büyük etkidir dünyaya. Demek ki umut vardı. Kübra Arar’dan kendini ve hayatını sorgulayan, cevaplar arayanlar için bir öykü: Bank günlükleri

Sokağın başındayım. Bu saatte kimsenin geçmediği sakin, karanlık bir sokak diye geçiriyorum içimden. Tam bana göre. Işığın az olduğu yeri bulmak için yavaş adımlarla yürüyorum. Zaten insanların her yeri aydınlatma çabasını bir türlü anlam veremiyorum. Sokak lambaları yeter de artar bile. Bazı sokaklarda neredeyse adım başı lamba var zaten. İnsanoğlu aydınlatılması gerekenin karanlık sokaklar değil de zihinler olduğunu çözemiyor bir türlü.

Çöpten uzak bir yer bulmaya çalışıyorum. Bazen insanlar çöpün orada durunca bana bakıp dilenci ya da tinerci zannediyorlar. Bu durumdan şikâyetçi de değilim aslında. İnsanların beni ne sandıkları umurumda değil. İçinde bedenlerin sıcak, kalplerin soğuk olduğu o kocaman dört duvarlar bana göre değil. Hiç de olmadı. Koca koca yapılan üst üste binalar, yani yeni hapishaneler.

Hafiften bir rüzgâr esiyor. Üşüyorum. Ceketime daha çok sarılıp adımlarımı hızlandırıyorum. Kuytu köşede bir yerde bir bank buluyorum. Belediyenin muhteşem hizmeti! İnsanlar otursunlar diye neredeyse her yere bank dikiyorlar. Benim de işime geliyor gerçi. Bu soğukta taşta oturmaktan iyidir diyorum. Oturduğum bankın manzarası yok. Aynı diğer banklar gibi. Yoldan geçen arabaların ışığı yansıdıkça ancak görebiliyorum biraz ötemi. Çok da sık geçmiyorlar bu saatte. Çok şükür. Gürültüden hoşlanmam. Sanırım ben biraz Benjamin Button gibiyim. Hani şu yaşlı doğup git gide gençleşen adam. Fiziksel olarak değil de ruhen çok uygunum bu duruma. Ama onun gibi git gide gençleşir mi ruhum bilinmez.

Yine bir arabanın ışığı aydınlatıyor etrafı. Yaklaşan bir şey seziyorum ama tam olarak göremiyorum. Karanlıkta kendi halinde ilerliyor. Kesinlikle bir insan olamaz o zaman diyorum. Biraz daha yakınlaşınca gelen şeyin iri bir köpek olduğunu fark ediyorum. Yanıma yanaşıyor. Utanmadan gelip bir de banka çıkıyor. Gözleriyle beni tartıyor. Korkma diyorum. Ben senin bildiğin insanlardan değilim. İçgüdüleri var zaten anlıyor benden bir zarar gelmeyeceğini. Başını kucağıma uzatıyor. Beni sev diyor belli. Elimi uzatıyorum. Tüyleri o kadar yumuşak ki sanırsın insanlar gibi kat kat şampuan, krem sürmüş.

Oysa ki o bir sokak köpeği. Kendini sevdiren bir köpekmiş ama. Gözlerini kapatmış, patileri ve başı kucağımda mutluluk içinde şimdi. Bir süre böyle durduk sanırım. O, küçük ama hızlı nefeslerle uyuklarken ben de kendimi ve dünyayı sorguluyordum. Acaba şu yaşıma kadar herhangi bir etki bırakabilmiş miydim dünyada? Herhangi bir iz, isim? Yıllardır düşünmekten başka bir şey yaptığım yoktu. Bir işe yaradığım da.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Bir çocuk sesi duydum. Karşımda bir çocuk bana muzip bir gülüşle bakıyor. “Oturabilir miyim?” dedi. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum, ama çocuklar için geç bir saat olmalıydı. Ses etmedim. Geçip oturdu bankın öbür köşesine.

“Benden korkmuyorsun,” dedim sonunda. Genelde çekinirdi insanlar benden. Yüzüne bakmıyordum. İleriye doğru bir noktayı gözüme kestirmiştim.

“Neden korkayım ki?” dedi sevecen bir ses tonuyla.

“Beni tanımıyorsun” dedim. İnsanlar tanımadıklarının yanında hafiften tedirgin olurlar. Hele de gece olunca.

“Seni tanıyorum, sen Diyojen amcasın” dedi. Gözlerim kestirdiğim noktadan ayrılıp çocuğa doğru döndü. İlk olarak dediğini anlamadım sandım. Sonra “Nasıl yani?” diye sordum. “Mahalledeki diğer çocuklarla birlikte sana bu adı taktık. Ne zamandır buralarda dolanıyorsun, kedilerle ve köpeklerle arkadaşlık kurup insanlardan olabildiğince kaçıyorsun. Küçük ahşap bir kulübede yaşıyorsun” dedi ve ekledi “Sen günümüzün Diyojenisin ve ben de büyüyünce senin gibi olacağım.”

İlk başta ne tepki vereceğimi bilemedim. Evrenin bana bu kadar kısa sürede cevap vermesinden dolayı biraz şaşkındım. Dünyada bıraktığım etkiyi, tepkiyi, izi, ismi mi düşünüyordum? Heyt be sende. Bir çocuğun hayalleri en büyük etkidir dünyaya. Demek ki umut vardı. Bu binaların arasında yeşeren bir şeyler vardı gerçekten. Banktan kalkarken istemsiz gülümsüyordum. Çocuk da hayran hayran bakıyordu arkamdan.

“Çocuk,” dedim. “ Adam olacak çocuksun sen.”

Kapak görseli: Diogenes, John William Waterhouse (1882)
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir