Karanlık Aydınlık
“Bir kadın olarak kendi karanlığımı düşünüyorum; neydi güneşimin önünü kapatan? Neden yüzyıllardır kadınlar bu karanlıktan şikayetçi?” Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda kitabı üzerine yazılan bir deneme: Ay ışığıyla yaşamak
“..Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazınında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır” (Woolf, 18)

Son yıllarda büyüdüğüm şehir, içinde bulunduğum çevre ve beni yetiştiren aileyi düşündüğümde ne kadar şanslı olduğumu daha net görebiliyorum. Bunu görebilmek için de bakmaktan öteye geçilmesi gerekiyor.  İnsan sahip olduğu fırsatları anlaması için hayatını uzaktan izlemesi, kendi hayatını başka hayatlarla; eksileri ve artılarıyla kıyaslaması gerekiyor. Bu kıyaslamalar ve gözlemler sayesinde bambaşka düşüncelere sürükleniyorum; gözlemlerim yeni sorulara sebep oluyor ve aynı zamanda kafamdaki birçok soruya cevap olabiliyor.

Kim olduğumu sorgulamakla başlıyorum yola. Ben kimim ve hayallerim, amaçlarım, hayata kattığım şeyler neler? Bu soruya cevap vermeye çalışıyorum öncelikle. Yaşadığım yüzyılı ve bu yüzyılın koşullarını göz önünde bulundurduğumda, şanslı bir ailenin yanında, şanssız bir ülkenin kısmen şanslı bir şehrinde; yaşamaya, sevmeye, yazmaya, okumaya, öğrenmeye, büyümeye, üretmeye ve düşünmeye çalışan bir kadın olarak başlıyorum cümlelerime.

Fakat biraz daha düşünmeye başlayınca cevabımın devamı ve gelecek için endişelenmeye başladığımı fark ediyorum ve yeni bir soru beliriyor kafamda; bütün sahip olduğum bu şanslara rağmen çok fazla şey isteyen bir kadın olarak gerçekten ne kadar şanslıyım?

Şanslı bir insan olarak nitelendirebiliyorum kendimi. Bir annenin sevgi dolu gözleri, bir babanın güven veren duruşu ve iki kız kardeşin sıcaklığı sahip olduğum en büyük şans oldu bugüne kadar. Beni anlayan, destekleyen, maddi ve manevi güvencelerini eksik etmeyen bu aile şüphesiz ki bugüne kadar hayatta edindiğim başarıların en büyük yardımcısı. Belki de bu destek için verilebilecek en güzel örnek okuyabiliyor, düşünebiliyor, yeni şeyler öğrenebiliyor ve istediğim meslek için eğitim görebiliyor olmamdır.

Bir kadın olarak hayalini kurduğu mesleğin eğitimini alabiliyor olmanın bile şanslı olmakla ilgili olduğunu yeni yeni görüyorum diyebilirim. Benimle aynı sırayı paylaşan kadınların hikâyeleri belki bazı şeyleri anlamama sebep oldu.

Kız çocuklarının okumasının gereksiz olduğunu savunan bir aileye sahip arkadaşımın ailesine baş kaldırış hikâyesi ve yine benzer şekilde okuyabilmek için çalışmak zorunda olan, fakat aynı zamanda bir kadının iş hayatında yaşadığı zorlukları da birinci ağızdan dinlememi sağlayan bir başka arkadaşımın da hikayesi kadın olmak hakkında düşünmek için bana gereken motivasyonu sağladı diyebilirim.

Şu şekilde özetleyebilirim ki, bugüne kadar kadın olmanın ne demek olduğu hakkında düşünmeye, hatta kafa yormaya gerek kalmayacak şartlarda yaşamışım ve  sahip olduğum imkânların etrafıma sardığı toz pembe bulutlar yüzünden görememiş ve anlayamamışım.

Bugün artık gözlemlerim ve başka hayatlarla yaptığım kıyaslamaların bu toz pembe bulutları dağıttığını hissediyorum. Kadınların yaşadığı ayrımcılıklar, haksızlıklar ve eşitsizlikler beni kaygılandırıyor ve gelecek için endişelenmeme sebep oluyor.

Kendimi düşünebileceğim, üretebileceğim ve bir şeyleri sorgulayabileceğim bir çevrede olduğum için şanslı hissedebilecek kadar şanssız olduğumu görebiliyorum bu noktada. Çok açık ki sahip olduğum koşullar beni kapkaranlık bir ormanda pembe bulutlarla korumuş bugüne kadar. Peki ya bu koşullar olmasaydı?

Ne yazık ki günümüzde, hatta geçmişten bugüne kadar kadın olmak kapkaranlık bir orman düşüncesinden çok da farksız değil. Kadın denen varlık şüphesiz ki içinde yemyeşil ağaçlar barındıran ve o ağaçlarda, içinden geçen nehirlerde, bereketli topraklarında binlerce canlıya yuva olan bir ormanla eş değer.

Ne yazık ki o orman belki birkaç küçük yıldızın ve şanslıysa, ancak dolunayın ışığında aydınlanabiliyor. Bu uçsuz bucaksız zengin orman zifiri karanlığın içinde yaşamaya ve içindeki zenginlikleri yaşatmaya çalışıyor.

Bir kadın olarak kendi karanlığımı düşünüyorum; neydi güneşimin önünü kapatan? Neden yüzyıllardır kadınlar bu karanlıktan şikayetçi? Bu uçsuz bucaksız ormanın güzellikleri neden güneşten mahrum kalmış bugüne kadar?

Karanlığımı düşündüğümde yaşadığım ülkeyi düşünüyorum öncelikle, fakat bu cevap ne yazık ki yeterli olmuyor. Birçok açıdan fazlasıyla şanssız olan ülkem yine de bu zifiri karanlığa tek sebep olamıyor, olamaz da. Tarihin uçsuz bucaksız mirasına göz atıyorum, yanlışın nerede başladığını anlamaya çalışıyorum fakat yine cevaba ulaşamıyorum.

Bu miras bana cevaptan ziyade karanlığını ve ışık arayışını anlatan kadınları gösteriyor, tıpkı Virginia Woolf gibi. Karalığımın tam olarak zıt yönüne çeviriyorum kafamı, güneşin bütün hiddetiyle doğduğu ve her köşeyi aydınlattığı bu yerde gördüğüm şey sadece huzursuz ediyor beni. Bir taraf karanlığın içinde bir mum ışığı ararken, diğer taraf güneşin yakıcı ışığında kör oluyor adeta.

Karanlık ve kadınlar hakkında ne kadar çok konuşulduğunu, fakat kadınlar ve karanlık hakkında hiçbir fikre sahip olunmadığını gözlemliyorum. Birkaç dakikalık göz kararması ile karanlık bir ormanı anlamaya anlatmaya çalışan erkekler de cevap olamıyor sorularıma.

Cevabı aradığım her yerde karşılaştığım nokta aynı oluyor. Kadın; uçsuz bucaksız güzellikleri ve bereketiyle anlatılmış bir orman olsa da bugüne kadar hâlâ zifiri bir karanlığın içinde savaşına devam ediyor ve yönünü bulana kadar bir ömür adıyor belki de.

Şüphesiz ki, güneşini kesen binlerce sebep, binlerce gölge var ve bu sebepler yüzünden şanssız olan kadın, sahip olduğu bütün şanslara rağmen karanlığa mahkûm ediliyor. O orman, şiirlerde, şarkılarda ve hikayelerde en güzel şekilde anlatılıyor, ama gerçek hayatta bu karanlığın içinde savaşına devam etmeye çalışıyor ve ne yazık ki kimse bu ormanı tanımıyor, anlamaya çalışmıyor.

Bu kadar anlaşılmamak ve görmezden gelinmek de belki bu ormana en büyük gölge oluyor ve bir kadın olarak ben de pembe bulutumun dağılmaya başladığı bu günlerde karanlığımla tanışıyorum. Ben kimim diye başladığım sorulara karanlığımın içinde cevap vermeyi öğreniyorum. Bir gün o güneş tüm güzelliği ve gücüyle bu uçsuz bucaksız ormanları ısıtır ve güzelliğine güzellik katar mı bilemiyorum, fakat bir kadının, bir ormanın ağaçlarından vazgeçmediği gibi, kendinden ve ışığından vazgeçmeyeceğini biliyorum.

KAYNAKÇA

Woolf, Virginia. Kendine ait bir oda. Çeviri, Suğra Öncü. İletişim Yayınları, 2012.

Kapak görseli : The Weaving of  a Spring Dream , Rob Gonsalves
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir