Karanlık Aydınlık
“Kimdi bu güzel gülümsemeli genç yazar ve neydi onu görünce içini saran heyecanlı merak? Tüm bunları zihninden geçiriyordu. Yavaş akan an iyice durmuş gibiydi…”

Kulağındaki kulaklığını çıkardı ve cebine koydu. Uzun zaman sonra eski bir dostuyla göz göze gelmiş birinin gözlerindeki ışıltıyla baktı kitap fuarı binasına. Her sene uğrardı fuara ve elleri dolu dolu evine dönerdi. Özel basım kitaplar, yayınevlerinin deposundan getirdiği son 1-2 adedi kalmış, her yerde bulamadığı eserler ve doğaçlama, öneriyle karşısına çıkan yeni yazarlar.

Her yıl bu ritüelini tekrarlar; sanki yeni dostlarla tanışmanın heyecanı ve mutluluğu hissetmiş gibi odasında ilk kitap okuması yapacağı ânın hazzını canlandırarak dönüş yoluna koyulurdu.

Tüm dünyayı kavuran pandemi fuarları da vurmuş, koca 3 sene kitap fuarından ayrı kalmıştı. Gerçi, artık o da çok değişmişti. Pandemi onun da 3 koca senesinden çok şey alıp çok şeyi de eklemişti. Yıllar sonra fuara attığı ilk adımda daha olgun bir sakinlikle bulmuştu kendisini.

Fuarın koca ve eski binasını görünce aşırı artan kitap fiyatlarının burukluğu ile buraya geldiği ilk ânı anımsadı. O büyülenişi ve zamanı sığdıramayışını.

Şimdi o çocuk koca bir adamdı; ruhuna, dimağına ve benliğine işlemişti burada tanıştığı birçok kitap… Kalabalığa doğru ilerledi ve güvenlik görevlilerini selamlayarak içeri doğru bir adım attı. İçine derin bir nefes çekti. Kalabalığın içinde sakin adımlarla, o  tıklım tıkış insan kalabalığı içinde zamanı yavaşlata yavaşlata ilerledi.

Bu kez aradığı hazzı çok yaşayamadı, “Belki de ben artık eski ben olmadığımdan böyledir” diye geçirdi içinden. Kendini bu düşüncelerinin yanında, genç bir yazar olarak hayal etti. Kitap fuarına her geldiğinde zihninde bir gün kitapları sevilen ve iz bırakmış bir yazar olarak burada imza dağıttığını canlandırırdı. Bu düş onu keyiflendirir ve huzurlu bir zamana götürürdü…

Bu koca fuar binası ile arasında içten bir bağ vardı. Sanki her yıl değişen kitaplar ve fuar görevlileri onun için hep aynıydı. Her sene bir öncekinin devamı niteliğinde, aynı heyecan ve aynı huzuru hissettirirdi ona. Bu koca binayı ilk gezdiği gün içindeki minik romantik, “Bir gün buraya sevdiğinle geleceksin. İşte o gün senin yanında olacak olan o kız, seni gerçekten seviyor demektir” diye ona seslenmiş ve zihninin içine bu heyecan verici düşün tohumunu ekmişti.

Ardında bıraktığı yıllarda, o toy çocuk koca bir adam olmuş ve içindeki tohum da hâlâ ilk günkü canlılığıyla filizleneceği ânın heyecanıyla içinde kıpraşıp durmaya devam etmişti.

Bu kez çok dolaşmadan birkaç yayınevine bakıp çıkma niyetindeydi. Yavaş yavaş yürüdü ve her zaman uğradığı yayınevlerini sessizce ziyaret edip stantlara göz attı. Kabalığın içinde o kadar sakindi ki, yayınevi görevlileri bile onu fark etmiyordu.

İçinde olduğu ânı bozmak istemiyordu. Herhangi biriyle konuşsa, kitaplardan birini satın alsa tüm bu gürültüyü duyacak gibiydi. Bu kez sadece uzaktan baktı kitaplara. Hiçbir şey almadan fuarda dolandıktan sonra kapıya doğru yavaş adımlarla yürümeye devam etti.

Koca salondan çıkacakken çıkış kapısına yakınında, kapının sol tarafında duran yayınevi standı dikkatini çekti. Köklü bir yayınevinin adının başına “genç” ekleyerek çocuk ve ergenlere hitap ettiği kitapların olduğu bir stanttı bu. Mini bir kalabalık genç bir yazarın etrafında toplanmış heyecanla kitaplarını imzalatıyordu. Oraya doğru merakla birkaç adım attı.

Standın gerisindeki bir masada oturmuş okur kitlesiyle konuşan ve tebessümle kitabını imzalayan genç yazar dikkatini çekti, kendi yaşıtıydı. İçinden, “Benim hayalimi gerçekleştirmiş olanlar da var” diyerek geçirerek kalabalığa doğru bir adım daha yaklaştı.

Neydi onu buraya doğru çeken? Merak mı, bilmiyordu. Adımları yaklaştıkça masasında oturmuş gülümseyerek okurlarıyla konuşan ve kitaplarını imzalayan genç yazar daha net gördü karşısında. Ona doğru inceleyici bir bakışla gözlerini çevirdi.

O karşısındaki tatlı gülümse ona da tesir etmişti. Nedense kalbinin daha hızlı attığını hissediyordu, bu güzel yüze karşı merakı arttı. Kalabalığın gerisinde, dikkat çekmemeye gayret ederek, uzun boyunun da avantajını kullanarak parmaklarının ucunda yükseldi, masadaki kitaplara ve onların üzerinde duran yazar isminin yazılı olduğu kâğıda baktı ve ismini içinden telaffuz etti okudu: R… D…

Daha sonra genç okurların imza sırasında ellerinde tuttukları kitaba baktı, kapağında tarihi bir sarayın illüstrasyonlu görseli vardı. Kendini birkaç adım geriye çekti. Daha önce hiç duymamıştı bu ismi ve kitaplarını. Kimdi bu güzel gülümsemeli genç yazar ve neydi onu görünce içini saran heyecanlı merak? Tüm bunları zihninden geçiriyordu. Yavaş akan an iyice durmuş gibiydi.

Sadece zamanın içinde o ve genç yazar hareket ediyordu artık. Kesik kesik kulağına gelen fuar sesleri tamamen kesilmişti. Karşısındaki R’nin yüzünde bir parlaklık vardı sanki, güzelliği ve kulağındaki inci küpelerinin ihtişamıyla onu dondurmuştu adeta. Gözlerini ondan alamıyordu, tüm bu kalabalığın içinde kendini görünmez hissediyordu.

Göz göze gelsek beni fark eder mi diye geçirdi içinden, sonra “Hayır, hayır bunu istemiyorum” dedi kendi kendine. Eğer fark edilirse koca fuarda küçücük kalacakmış gibi hissetti. Ona çok da belli etmeden büyük bir hayranlıkla bakıyordu.

Sanki onunla fuarda değil de, Babil’in Asma Bahçeleri’nde karşılaşmışlardı. Genç yazar, siyah saçlarındaki tacı ve kulağındaki inci küpeleriyle bir prenses edasıyla önünde süzülüyor, o da prens edasıyla Babil’in tüm ihtişamının içinde peşinden gidiyordu..

Bu bir hayal miydi yoksa gerçek mi emin olamadı. Genç yazar her tebessüm ettiğinde inci küpeleri gibi parlayan beyaz dişleri ortaya çıkıyor ve ışıltısını saçıyordu. Bir anda tüm zihni onun tesirinde kalmıştı; karşısındaki her şeyiyle parlıyordu. Beyazlar içindeki genç yazar onu bir anda en derinden etkilemeyi başarmıştı.

Kendini toparlaması biraz zaman alsa da gerçek dünyaya tekrar döndü ve etrafına baktı. Ne oldu birden bana diye geçirdi içinden. Onu bu kadar çarpan ve aklını başından alan neydi? Bunu düşündü. Bir yanı, “Hadi sen de birkaç adım at ve göster kendini” dese de o diğer yanını dinledi; daha da geriye attı kendini ve kimsenin onu fark etmediği bir yerden inci küpeli genç yazara biraz daha baktı.

Gerçekliğe dönmesi çok zamanını almadı. Kısa sürede de olsa yaşadığı düş yolculuğu için mutlu oldu ve içten bir gülümseme içinde buldu kendini. “Keşke her şey hayallerimdeki gibi kusursuz ve cesurca olsa” dedi kendi kendine. Gidip tanışsam mı diye geçirdi içinden. Daha sonra bu adım ona çok cesurca geldi ve vazgeçti.

“Hem onu tanısam ne değişecek ki” dedi kendine. Realitesinin farkındaydı. Özgüvensiz biri değildi, ama onun hayalperestliği ve romantikliğinin çok anlaşılabileceğini düşünmüyordu. Bu hislerini kelimelere dökebilse bile karşısındakine çok ütopik geleceğini biliyordu. Belki de hayalinin büyüsü dağılacak diye korkuyordu. Ne ona bu bıraktığı tesiri anlatabilirdi ne de genç yazar onu anlayabilirdi…

Arasında dostluk bağı kurduğu fuar binası ona inci küpeli yazarı göstererek büyük bir teşekkür etmiş gibiydi. Fuardan dışarı çıktığında tebessümle eski binaya baktı ve kulaklığını taktı. Kulaklığından Gürcü halk ozanı Hamlet Gonashvili‘den Tu ase turpa ikavi dinleyerek kendini zihninin derinliğine bıraktı ve inci küpeli yazarın dimağına işleyen görüntüleriyle fuardan usulca ayrıldı.

Kapak görseli: Moonstone Girl, Ken Hamilton 
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir