Karanlık Aydınlık
“Bir daha kimsenin sana bir şey yapamayacağını söylemesine izin verme. Benim bile. Bir hayalin varsa onun peşini bırakma git ve al onu.”
Konuk yazar: Zeynep Eda Aydın (aydinzeynepeda@gmail.com)

Hayattaki mutluluk kaynağımızı nereden elde ederiz? Mutluluğa götüren motivasyon nasıl inşa edilir? Bir olay veya bir kişi bizim mutlu olmamızda ne denli etkilidir? Yoksa bunlar bizim kafamızda kurduğumuz ve bilinçaltımızda cevaplandırılmayı bekleyen sorular mıdır?

Kendi kendime girdiğim bu tarz monologlar yıllarca beynimi kurcaladı durdu. Şimdi ise bunları yavaş yavaş yanıtlayabildiğimi düşünmeye başlıyorum sanki.

Mutluluğu elde edip o hissi tatmanın birçok şeyle ilişkili olduğunu düşünürüm. Küçükken mutlu olmak benim için en basitinden sabah kuşağında çıkan bir çizgi filmi izlerken meyveli yoğurt yemek ya da sınavdan güzel bir not alınca ailemin benimle gurur duyup basımı okşamasıydı.

Özetle kendime zaman ayırıp, kendi öz benliğimi tatmin etmek ve isteklerim ve sorumluluklarım uğruna çok çalışıp karşılığını aldığımda ailemin beni takdir etmesi beni çok motive eden bir duyguydu.

Mutluluğu elde etmenin hayatta başarılı olmanın verdiği hazla bağlantılı olduğunu söylemek çok yanlış olmasa gerek. Peki umudumuzu kaybettiğimizde de mutluluğu yakalayabilir miyiz?

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, çok güzel bir haber alıp hayatta başarılarımızın, statümüzün ve konforumuzun artacağını düşündüğümüz bir günde bile her şeyimizi kaybedebileceğimiz anlara şahitlik edebiliyoruz.

Hayatın bizi nereye götüreceğini hiçbir zaman kestiremediğimiz gibi umudumuzu yitirip hedeflerimiz ve hayallerimiz uğruna savaşmaktan da vazgeçebiliyoruz.

Yaşamın uzun bir merdiven olduğu ve sonunda ne olduğunu bilmediğimiz bir maceraya bizi sürükleyebileceği avuntusuyla yaşamaya bir şekilde devam ediyoruz.

İşin ilginç tarafı, hayatta aldığımız bazı riskler deneyimlediğimiz kötü olaylar bizi çaresizliğe sürükleyebileceği gibi hedeflerimize daha da yaklaştırabiliyor.

Özellikle dünyada uygulanan zorbalık ve insan ayrımcılığı özgüvenimizin kırılmasına ve hedeflerimize giden yolda pes etmemize ve yarı yoldan dönmemizde çok büyük bir rol oynadığını düşünüyorum.

Önemli olan o uzun yolda bizi ne beklediğini bilmeden her şeyi göze alıp uğruna savaşmak ve pes etmemektir.

Umudunu Kaybetme filminde Chris Gardner’ın oğluna verdiği hayat tavsiyesi gibi; “Bir daha kimsenin sana bir şey yapamayacağını söylemesine izin verme. Benim bile. Bir hayalin varsa onun peşini bırakma git ve al onu.”

Birisi bir şeyi yapamıyorsa senin de yapamayacağını söylemek istiyordur. Bir şeyi istiyorsan peşini bırakma durumda asıl olan mutluluğu tadabiliriz.

Emeklerimizin karşılığını aldığımızı gösteren başarılar en büyük motivasyon kaynağımız olabilir, çünkü ilerde dönüp arkamıza bakıp bize imkânsız gibi görünen şeylerle mücadele edip nasıl büyük efor sarf ederek üstesinden geldiğimizi anladığımızda kendimize olan güvenimiz ve motivasyonumuz artacağı kanaatindeyim.

Bana göre, kendi yetenek ve becerilerimizin farkında olup onları kullanma özgürlüğümüz kendi içimizdeki mutluluğu elde etmenin yolu olabilir.

Bazen de mutluluğun yakalanılacak bir şey olmadığını asıl mutluluğu kovalarken karşımıza çıkan ve deneyimlediğimiz güzel olayların ve hisselerin olduğunu düşünüyorum.

Mutlu olmaya duyulan ihtiyaç ve önemin, bu şekilde daha da artacağı kanaatindeyim. Eğer, bu uzun hayat merdiveninin sonunu açıkça görebilseydik belki çoktan pes etmiştik bile.

Her şey kendi gizeminde ve hayatin bize açtığı sürpriz kapılarında saklı. Her türlü şeye rağmen duruşumu bozmadan hayat yolunda emin adımlarla yürümek ve hayatın bize getirdiği iyi kötü anıları ve deneyimleri kabul ederek yoluna devam etmek, mutluluğa ve iç huzura ulaşmanın yollarından biri olabilir.

Umudunu Kaybetme filminde babanın ve oğlunun yaşadığı elim çaresizlik ve yoksulluğun ardından pes etmemeye ve yeniden ayağa kalkana kadar sergilenen eforları bana çok şey öğretti.

Bir insan işini, evini, eşini ve ailesini kaybedebilir ama önemli olan o kaybın içinde var olan umudu tekrardan yeşertmeye ve harekete geçirmeye çalışmalıyız.

Her ne yaşanırsa yaşansın dünyanın düzenine ayak uydurmadan her şeyi boş verip, umutsuzluğa kapıldığımda bir dehlizin içinde sesimi çıkartmaya çalışırken sesimin kısıldığını ve çaresizlik içinde boğulacağımı hissediyorum. Hayatta her zaman umudunu yakalayabileceğin bir yer vardır.

Umudunu Kaybetme filmindeki fedakâr baba figürü Chris Gardner’ın her şeyi kaybetmesine rağmen oğlu için sabredip ve azmedip hedeflerine ve hayallerine tekrardan ulaşmak için her türlü riski alıp tam gaz yola devam etmesi, bana hayata olan umudumdan hiçbir zaman vazgeçmememi ve küllerimden yeniden doğabileceğimi gösterdi.

Hayatta her şey için çok büyük ve kesin beklentilere girmenin ve o beklentiler tam olarak karşılanmadığında içsel bir acı ve hayal kırıklığına savrulabiliyorum, çünkü  her an her saniye hayatın gidişatı bizim için değişiyor.

Girilen her beklenti, günü geldiğinde o şeyi elde ettiğimde, yaşadığım hazzın ve sevincin etkisini azaltacağını düşünmeye başladım.

Türk kültüründe neredeyse herkes tarafından benimsenmiş ve kullanılan “her işte bir hayır vardır,” lafına fazlasıysa inanırım.

Bazen yanlış şeylerde mutluluğu aradığımızda çok beklentiye giriyoruz ve her türlü fedakârlığı yapmak durumunda kalıyoruz.

Bu da bizi fazlasıyla yoruyor ve o işimiz düzgün gitmeyip o şeyin bizim için hayırlı olmadığını fark ettiğimizde büyük hüsrana kapılıyoruz.

Farklı bir açıdan bunun gibi deneyimler kişilik gelişimine de farkındalık duygumuza da çok şey katabilir. Önemli olan o olaylardan ders çıkarıp duruşumuzu bozmadan hayatımıza devam etmektir.

KAYNAKÇA

Conrad, Steve. The Pursuit Of Happyness. 02.03.2007. Film.

Kapak görseli: Baba, Owen Gent
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir