Karanlık Aydınlık
Herkes gökkuşağı gibi bir hayat sürmek ister, ama bazı hayatların rengi bellidir. Kübra Arar’dan görünmez hayatlara dair bir öykü: Kara kâğıt

Erken bir vakitte kalktı. Daha gün ağarmamıştı. Bir an önce çıkmak istiyordu. Hızlıca hazırlandı. Neyi giydiğine bakmadı bile. Ne giyse fark etmeyecekti nasıl olsa.

Salih idi adı. Öyle derlerdi yani. Usulca geçti kardeşlerinin yanından uyandırmadan. Bulanık suda yüzünü ve ellerini yıkadı. Ne kadar da uğraşsa geçmiyordu elindeki izler. Eldiven bile fayda etmiyordu. Kâğıt izi, karton kokusuydu hep hissettiği. Kapıdan çıkarken baktı evine şöyle bir. Ev dediği viraneye yani. Dökülen sıvalar, kırık camlar, parçalanmış eşyalar… Tüten bir bacası vardı ya kışları, buna da şükür diye düşündü.

Çuval geçirilmiş el arabasını sürmeye başladı sokaklarda. Sürdükçe arttı yükü. Sürdükçe ağardı gün. Gün ağardıkça o yok oldu. Görünmez oldu. İnsanlar görmediler onu. Görmemezlikten geldiler. Alışıktı Salih. Gün sonunda ne kadar çok olursa olsun yükü, kimi bakışlardan ağır değildi taşıdığı.

Utanmıyordu hiç. Utanılacak bir şey yapmıyordu. Çöplerden kâğıt topluyordu. Tıpkı diğer kardeşleri gibi. İnsanların vazgeçtiklerini alıyorum derdi kendince.  İşçiydi, işini yapıyordu. İzni yoktu, ama olsundu. Yağmur, çamur, soğuk yoktu. Yoksa kızardı abisi. Abi dediğine saygı duyardı. İyi adamdı özünde, Kazımdı adı. Cırt Kazım derlerdi. Eskiden cırt cırt dükkânı varmış, sonra batmış ve bu işe girişmiş. Çocukları toplamış, onlara barınacak bir ev bulmuş. Yoksa ne yaparlardı sokaklarda? Hatırlamıyordu bile Salih, Kazım Abisinden öncesini. Şimdi karnı tok, sırtı pekti nihayetinde.

İyi bir işçi sayılırdı. Günde, yaşına ve kilosuna oranla ortalama otuz kiloya kadar taşırdı. On kilometre yürüdüğü olurdu bazı zamanlar. Ayak tabanları nasıl da ağrırdı o zamanlar. Acı farklıydı, ama aldığı para hep aynıydı aslında. Kazandığı ancak yemeğe yeterdi. Bir kere yemeğe değil de kıyafete harcamıştı parasını da, aç gezmişti kaç gün. Faydasını görmedi. Her gün kirleniyor, bir yerlere takılıyor, pis kokuyordu en nihayetinde.

Yine de güzel giyinmişti az buçuk kendine göre o ilk sabah. İlk defa kendini beğenerek bakmıştı aynaya. Eline alması yetmişti el arabasını, kaybolmasına yetmişti bu kimi gözlerden hemen. Zaten gözlerle anlaşıyordu insanlarla. Bazı gözler onu görmüyor, bazı gözler ona acıyor, bazı gözler de ondan korkuyordu. Ama o, hiçbiri değildi. Ne bir görünmez, ne bir muhtaç, ne de bir hırsızdı, fakat bir göz vardı her gözden farklı bakan ona.

Vitrindeki kız. Kız sadece bakmıyordu. Görüyordu da aynı zamanda. Her gün geçerdi o caddeden Salih. Her gün aynı saatlerde, oradan. İlk o bakmıştı gözlerine Salih’in sahici. İlk o gülmüştü bal rengi gözleriyle. Sonra gerisi gelmişti zaten. Her gün belki bugün farklı bakar diye düşünür, yine aynı bakışları görünce içi bir hoş olurdu.

Seviyor muydu kızı? Kız onu seviyor muydu? Bilmiyordu. Bildiği tek şey o kızdı, kızın gözleriydi. İnsanı uçurumlara sürükleyecek kadar derin, kızgın güneşte yanmış asfalt kadar sıcaktı bakışları. Ne zaman ki kız vitrinde görünür, Salih’in istemsiz kalp ritmi hızlanırdı, ama önce gider işini hallederdi. İş her şeydi. İş olmazsa bu caddeden de geçemezdi, bu vitrine de bakamazdı.

Vitrinin tam karşısında çöp bidonu vardı. Onun içinden kâğıtları arar, işine yarayacakları el arabasına yerleştirirdi.  Tüm bunları yavaş yapardı. O tüm bunları yaparken kız kıpırtısız onu izlerdi. Salih gözlerini üzerinde hissederdi de, bir şey demezdi. Rahatsız olmuyordu. Hayır, tam tersine o kız baksın da diğer tüm gözler kapansındı onun için.

Hiç konuşmamışlardı. Nasıl konuşacaklardı ki sanki? Ne kız vitrinin dışına çıkmış, ne de Salih o dükkâna girmişti. Konuşmaya ihtiyaçları yoktu zaten. Gözleri konuşuyordu kızın, gözleri anlatıyordu, gözleri anlıyordu Salih’i. Yargılamadan, soru sormadan bakıyordu. Bakmak için değil, görmek için bakıyordu.

Bir gün cesaret edip vitrine yaklaştı. Karton arıyormuş gibi yapıyordu. Kız güldü. Vitrinden elini uzattı. Elleri beyazlığın süt tazeliğindeydi kızın. Salih de çıkarttı eldivenini. Elleri gece gibi karaydı. Karadan da karaydı teni. Cama yanaştı. Tam dokunacaktı ki kapıdan biri çıktı. Kocaman bir adam sinirli sinirli baktı, kışkışladı Salih’i. Parmağını salladı hızlı hızlı. Salih kıza baktı. Kız yoktu. O gidince vitrindeki yansımasıyla kaldı. Tek başına Salih sadece Salih’ti. Yırtık ayakkabı, yamalı kazak ve lekelenmiş pantolondu artık. Islak ıslak oldu yanakları. Ter miydi yaş mıydı bilemedi akanları.

Ertesi gün gitti korka korka. Korktuğu da başına geldi. Kız yoktu vitrinde. Kahroldu Salih. Vitrine yanaştı yine, göremedi. Neredeyse girip soracaktı ne oldu diye. Davrandı el arabasına. Köşeyi dönene kadar dünyanın en ağır yükünü taşıyormuş gibiydi. Sonra köşede gördü onu. İki bina arasındaki o boşluğun oradaydı. Vitrindeki kız bekliyordu onu işte. Gözlerine inanamadı önce. Onunsa gözleri aynı bakıyordu hâlâ. Şimdi nasıl  da hafiflemişti yükü. İnanamadı. Hızlı hızlı adımlarla vardı yanına kızın. Ne diyeceğini bilemedi. Kız da bir şey diyecek gibi değildi.

Kâğıdı tutuşturdu eline. Buruşup tortop edilmiş bir kâğıttı sanki çöpe atılmayı bekleyen. Salih anlam veremedi. Ne yani bir kâğıt toplayıcısına çöp mü veriyordu? Yoksa bütün düşündükleri, bütün o bakışlar sahte miydi? Hiç yaklaşmamalıydım diye düşündü vitrine Salih. Ne sanıyordu ki (kendini)! Vitrin önü ya da arkası fark etmezmiş demek ki. Bütün insanlar aynıymış.

Salih bütün bunları düşünürken kız döndü, gitti. Salih bakakaldı arkasından düşünceleriyle. Elindekini ne yapacağını bilemedi. Bunun ne çöpü olduğunu merak etti. Çöplerden kâğıt toplardı, ama bir kez olsun karıştırmazdı başkalarının kâğıtlarını. Daha doğrusu kâğıtlardaki yazana, çizene bakmazdı.

İşe yarayıp yaramayacağına karar verip doldururdu el arabasına, ama bunu merak etti. Acaba o kızın mıydı bu, yoksa öylesine bir çöp vermek için mi tutuşturmuştu eline? Buruşuk kâğıdı açtı. Açtıkça gözleri büyüdü. Açtıkça Salih küçüldü. Çünkü bir an aynaya bakıyorum sandı Salih. Kâğıttaki kendiydi. Tıpa tıp aynısıydı. Karakalem bir çizimdi. Tıpkı Salih gibi karaydı her yeri kâğıdın. Salih’in de kara gözleri doldu. Göl oldu. Kız kâğıda Salih’i çizmişti koca bir dünya ile. Salih’in her gün taşıdığı el arabasının içinde bu kez dünya vardı. Koca dünyayı sığdırmış gidiyordu Salih sırtına. Çünkü koca kara bir dünyaydı onun taşıdığı, koca kara dünya.

Kapak görseli: Bobby at Home, Holly Warburton
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir