Karanlık Aydınlık
Merhaba sevgili Palto okurları. Şubat ayının “nâçizâne” kitap önerilerini derledim.
Zamanımızın çoğu evlerimizde geçse de zihinlerimizi uzaya çıkaracak dostlarımız olan kitaplar iyi ki varlar!

 

Mevsim YeniceBilinmeyen Sular

Notre Dame de Sion Ödülünü kazanmış ilk öykü kitabı Tekme Tokatlı Şehir Rehberi nin ardından Bilinmeyen Sular  ile okurlarını onlarca farklı mekâna, duygu ve düşünceye sürüklüyor Mevsim Yenice.  Bu kitapla ilgili öncelikle çağdaş edebiyatın ve günümüz teknolojisinin muhteşem bir harmanıyla karşı karşıya  olduğumuzu söyleyebilirim. Her öykü Pink Floyd’un bir şarkısı ve o şarkıdan seçilmiş dizelerle başlıyor, aynı zamanda Spotify uygulamasında kitapta geçen şarkılardan oluşmuş bir playlist bulunmakta.

Bu durum belki de bizlere gelişen teknoloji ve edebiyatın nasıl harmanlanabileceğini,  her bir öykünün bıraktığı tadın eşlik eden muhteşem şarkılarla nasıl kat ve kat artabileceğini göstermekte. Belki de sadece bu açıdan bile tecrübe edilmesi gereken bir keyif olduğunu düşünüyorum bu kitabın;  değişen dünyanın sağladığı imkânların edebiyatta da yer bulduğunu görebildiğimiz nâçizâne bir örnek.

2019 yılında Can yayınları tarafından ilk basımı yapılmış bu kitap bahsettiğim  yenilikçi yapısının yanında içerik bakımından da günümüz insanının başa çıktığı veya başa çıkmaya çalıştığı birçok duygu ve düşünceyi  yalın ve bir o kadar da samimi bir dille ele almakta.

Vedaları, veda edemeyişleri, geçmişe takılı kalmışlığı, geçmişin bıraktığı bütün izleri ve o izlerin insan hayatının bugününü, geleceğini, aldığı veya alamadığı her kararı nasıl etkilediği birbirinden farklı biçimlerde işlenmiş bu öykülerde.

Her öykü okurda bambaşka bir hatıra, ihtimâl veya düşünceyi çağrıştırıyor ve bunu yaparken hiç bilinmeyen sularda yüzmenin her zaman boğulmak anlamına gelmeyeceğini hatırlatıyor:

“..Bulmak için kaybetmenin de gerektiğini hatırlatsa. Bu kez hiç korkmazdım ona dokunmaktan. Hatta hiç zaman kaybetmeden yeni bir hikâye uydurmaya başlardım gerçekliğinden hiç şüphe duymayacağımız. “

Kitabın önizlemesine buradan ulaşabilirsiniz.

José Mauro de VasconcelosYaban Muzu

Muhtemelen çoğu kişinin Şeker Portakalı  aracılığı ile tanıdığı yazar Jose Mauro De Vasconcelos, Yaban Muzu’nu daha 22 yaşında kaleme almıştır ve bu onun ilk romanıdır.  Vasconcelos, çocukluğumun en yakın arkadaşıdır desem sanırım abartmış olmam.  Yazarın naif ve samimi anlatımı, empatiyi, temiz bir kalbi, bütün zorluklara rağmen o temiz kalbi korumanın önemini ve daha onlarca şeyi  eminim benim gibi birçok kişiye daha o muhteşem romanlarında göstermiştir.

Yıllar sonra yeniden elime aldığım ve hayata dair belki daha fazla tecrübeli olarak okuduğum Yaban Muzu, her yaşta ve her zaman Vasconcelos’dan  öğrenilecek şeyler olduğunu bana yeniden gösterdi. Öğrenilebilecek onlarca şeye ek olarak, çocukluğumun en yakın arkadaşı dediğim bu yazarın romanlarını yıllar sonra elime aldığımda yine aynı şekilde – belki de daha fazla- keyif almayı başarıyor olmam şüphesiz ki onun kaleminin gücünden kaynaklanmaktadır. Yaban Muzu ise bizlere belki de en zor koşullardan daha zor olan şeyin insanların acımasızlığı olduğunu hatırlatmaktadır.

Lisede okumayı bırakan yazar, genç yaşından itibaren birçok işte çalışmış.  Bu durum yazarın çeşitlilikte insanları, hayatlarını, yaşamak zorunda oldukları koşulları gözlemlemesini, bunları da oldukça sade ve sürükleyici bir dille kaleme alması sağlamış. Yazarın bahsettiğim bu gözlem yeteneğinin belki de en önemli örneklerinden biridir Yaban Muzu.

Elmas madenlerinde çalışan acımasız adamların serüvenlerinin anlatıldığı bu romanı yazar nasıl yazmaya başladığını şu sözlerle anlatmıştır:

“Yüreğimi, kaygıyla dönüşümü bekleyeceği bir ağaç gölgesinde bıraktım ve yürüdüm; durmadan yürüdüm. Güneş yüzümü ve ellerimi yaktı. Tozlu, uzun ve sessiz pek çok yol aştım. (…) O sırada rastladım acımasız adamlara. Çok daha acıklı bir yaşam için çarpan, acılı bir yüreğe sahip adamlara. Öykülerini gördüm, işittim, yaşadım.  Üzgün döndüm, beni kaygıyla aynı ağacın gölgesinde bekleyen yüreğimi aradım. Acımasız adamların öyküsünü anlatmaya karar verdim. Bu öyküyü ne mürekkeple yazıyorum, ne de kanla. Gezginliklerimin tozunda eriyip giden, acılarımın ve yorgunluklarımın terinden yararlanıyorum yalnızca.”

Bu denli gözleri ile gören, ama yüreği ile  anlatan bir yazar Vasconcelos. Bu yüzden belki de en önemli eserlerinden biri olan Yaban Muzu’nun herkesin kütüphanesinde bulunması gereken başlıca kitaplardan biri olduğunu düşünüyorum.

Kitabın önizlemesine buradan ulaşabilirsiniz.

Hasan Hüseyin KorkmazgilAcıyı Bal Eyledik

Bir şairi, hem de  Hasan Hüseyin gibi derin duyarlı, gür sesli, renkli hayallerle dolu bir şairi tanımlamak ne kadar mümkündür emin değilim.  Türkçeyi kullanmadaki ustalığı ve insancıl bir bakış açısıyla, mücadele etmenin, tabiat sevgisinin, özgürlük tutkusunun, barış özleminin, hasret kalmanın ve insan olmaya dair daha birçok duygunun şiirlerinde işlendiğini görebiliyoruz bu eserde.

Bunun yanında birçok şarkıdan ve türküden âşina olduğumuz onca sözün esas sahibini tanıyoruz bu sayede.  Popüler kültürün spot ışığına girmemiş, belki de bu yüzden keşfedilmesi çok daha değerli ve keyifli olan ustalardan biri olarak görüyorum Hasan Hüseyin’i. Onun şiirlerinden çıkarılacak onlarca ders ve kaleminden çıkmış eserlerden alınacak keyif şüphesiz ki anlatılamaz, ama yaşanır niteliktedir.

Derim ki sana:
Nehirler boyunca git ve gör nehirlerin nasıl yol aldıklarını! Sen de bir nehirsin, ey yolcu! Senin de varmak istediğin bir yer var. Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak! Engeller nasıl aşılır, öğren nehirlerden! Yarı yolda yok olup gitmek değildir amaç, nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya! Varmaktır oraya, ey yolcu!
 

William Butler Yeatsİrlanda Masalları

Karakarga yayınlarının masallar serisi ile İstanbul’da bir kitapçıda tanıştım.  Metroda, vapurda veya herhangi bir diğer yolda geçen zamanda çantama kolaylıkla sığabileceği, çeşitli kültürlerin masallarını oldukça sade ve yalın bir dille anlatıyor oluşu ilgimi çeken sebeplerden birkaçıydı. Fakat seriye başladığımda bu derlemelerin bahsettiğim başlıca ilgi çekici sebeplerine ek olarak bana masalların kültürü anlamada ne kadar önemli olduğunu tekrar kanıtladığını gördüm.

Kulaktan dolma masallar, âşina olunan efsaneler veya inançlar o ülkenin ve o ülkenin insanlarını anlamanın belki de en direkt ve en keyifli yolu şüphesiz.  İrlanda kültürüne duyduğum ilgi ve sempati, serinin bu kitabı sayesinde çok daha farklı bir boyuta taşındı diyebilirim, hatta bir çeşit “âşinalık” kazandığımı söylemem gerekir.

Serinin anlatım biçimi ise daha önce anlattığım gibi, oldukça yalın tutulmaya çalışılmış. Bu da okumayı çok daha keyifli ve sürükleyici yapıyor. Herhangi bir kültürü tanırken aynı zamanda bir masalın keyfini sürebilmek kitabın değerini arttırıyor. İrlanda masallarında gündelik hayat, kişinin ahlâki değerlerinde olmazsa olmazlardan sayılan cömertlik, dürüstlük ve benzeri güzel huylar, efsaneler ya da “küçük yeşil cinler” aracılığı ile anlatılıyor ve hatta öğretiliyor. Öyle ki yalnızlık bile tanımlanıyor bu masallarda:

“..Şarabı bitmiş bir şişe olmak gibi yalnızlık. Müzik olmadan dans etmek ya da tek bacağı olan bir makas, hatta kancasız bir olta.. Bir şekilde tamam olmayan her şeye benziyor yalnızlık.” 

Gerek benim gibi yolda ya da tıpkı bir çocukluk alışkanlığı gibi uykuya dalmadan önce okumak için birebir diyebilirim. Herkesin masallardan öğrenebileceği şeyler her zaman vardır.

Oğuz AtayTehlikeli Oyunlar

Ey sevgili okur, şu elinde tuttuğun Tehlikeli Oyunlar’ı okumak üzere olduğun için seni ne kadar kıskandığımı açıklamakla başlıyorum bir solukta yazıp bitirmek istediğim bu önsöze.” der Cevat Çapan Tehlikeli oyunlar için yazdığı önsözde.

Ardından  Oğuz Atay’ın önsözlerden nefret ediyor oluşu olarak açıklar bu durumu, fakat Oğuz Atay’ı ve onun eserlerini anlatabilmek için birkaç sayfanın yeterli olmadığının bilincindedir.  Bu durumda öncelikle bu gerçeği tekrar etmek isterim: Oğuz Atay ve romanlarını tarif edebilmek ne yazık ki bugüne kadar mümkün olmamıştır ve olacağını da sanmıyorum, ancak Oğuz Atay ve romanlarına hayran biri olarak Tehlikeli Oyunlar’ın okuma listenizde neden olması gerektiğini olabildiğince anlatmaya çalışabilirim.

Tutunamayanlar‘ın ardından 3 yıllık bir çalışmanın sonucu kaleme alınmış olan Tehlikeli Oyunlar ; gerek kurgusu, bu muhteşem kurgunun akıcı anlatımı, yazarın ustalıkla kullandığı Türkçe ve okura kimi zaman kahkahalara, kimi zaman sessiz bir düşünce nöbetine sürükleyen içeriğiyle tarif edilemez bir serüvenin kapılarını açmaktadır. Zannımca, Tehlikeli Oyunlar’ı okuyan herkesin hissettiği, üzerinde durduğu, hatta aklında kalan kısımlar birbirinden farklı olacaktır.  Oğuz Atay’ı belki de Türk edebiyat tarihinin en büyük ustalarından biri hâline getiren yeteneği de aslında buradadır; kimi insan Tehlikeli Oyunları okuduğunda sinirlenir, kimi duygulanır, kimi kendini görür her satırda, kimi düşmanını okurmuş hissine kapılır ve kimi gözyaşlarıyla, kimi kahkahalar ile okur bu eşsiz romanı.

Bu noktada bir çeşit aynadır benim gözümde Tehlikeli oyunlar, görmek istediklerimizi ya da görmekten kaçındıklarımızı gösterir –tabii görmek isteyene. Hikmet’in yani kitabın baş kahramanının gözlerinden bakarız bu romanda dünyaya. Onun sorularını, çevresindeki insanları,  “gecekondusunu”, kırgınlıklarını, hayallerini, anlatamadıklarını, anlayamadıklarını, beklentilerini, karamsarlığını, umut kırıntılarını, yalnızlığını ve sessiz çığlarını tanırız, ardından kimi zaman onu anlayarak kimi zaman da anlayamayarak bu çığlığa âşina oluruz sayfalar ilerledikçe.

Bir noktada da bu çığlığın aslında ne kadar tanıdık olduğunu fark ederiz; kimimiz kendimizden biliriz, kimimiz sokaktan ya da belki yanı başımızdan. Bu romanın zamansızlığı ve içinde taşıdığı cevherde buradan gelir, muhakkak kitabın bir yerinde görürsünüz; siz bu çığlığı belki de hiç atamadınız ya da duydunuz, ama tanımlayamadınız. Eğer şanslıysanız, bu serüvenin ardından bambaşka gözlerle bakarsınız dünyaya, artık ne ve neden olduğunu az çok bildiğiniz o bahsettiğim çığlığı tanımış olmanın verdiği huzur ve hatta bazen de huzursuzlukla bakabilirsiniz dünyaya.

Artık sizin için de tehlikeli oyunlar başlar. İşte bu yüzden, eğer hâlâ tanışmadıysanız Oğuz Atay’la size ancak acele etmenizi söyleyebilirim. Kütüphaneniz ve siz bu tanışıklığın ardından çok şey öğreneceksiniz:

Ülkemiz büyük bir oyun yeridir. Her sabah uyanınca, biraz isteksiz de olsak, hepimiz sahnenin bir yerinde, bizi çevreleyen büyük ve uzak dünyanın sevimli bir benzerini kurmak için toplanırız. Küçük topluluklar olarak, birbirimizden bağımsız davranarak ve birbirimizi seyrederek günlük oyunlarımıza başlarız.” 

Kitabın önizlemesine buradan bakabilirsiniz.

Kitapların bu ay yanından hiç eksik olmasın!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir