Karanlık Aydınlık
Sena Nur Yıldız’dan akışa geri dönebilmek üzerine bir öykü: Kurbağa

Bir kurbağanın suya tekrar atlayışının hikâyesini anlatmak istiyorum bugün sizlere. Suya tekrar atlamadan önce  geçen o uzun  zamanı, kupkuru bir taşın üzerinde bekleyerek geçirdiği sürede güneşin altında yanıp kavrulan bedenini, bu bekleyişte yorgun düşen kalbini, zihninin ona oynadığı oyunları; kuramadığı hayalleri, korkularını ve kaybettiği inancını defalarca dinlemiş olmalısınız.

Ondan dinlediğiniz her yakarış,  bedeninde gördüğünüz her yanık, bir gün suya tekrar atlayabileceğine ihtimal vermenizi zorlaştırdı şüphesiz. Buna onun bile inancı kalmadığı için böyle düşünmekte haklısınız. Tıpkı o gibi, artık siz de onun bir taşa sarılarak daha ne kadar dayanabileceğini merak ediyordunuz, ya o taş çatlayacaktı ya da taş bile onun bu haline acıyıp taş olmayı bırakacak, onunla akıp gidecekti. Fakat ikisi de olmadı, kurbağa taştan atladı.

Yemyeşil bir vadinin ortasında,  kimi zaman kimsenin geçmeye cesaret edemeyeceği kadar  derin ve kimi zaman da içindeki tüm güzellikleri görebileceğiniz kadar sığ ve güvenli  suları olan,  varoluşundaki binbir kıvrım yüzünden sizi her an yolunuzdan şaşırtabilecek bir nehir varmış. Bu nehirde yolculuğunuzun ne zaman ve ne şekilde biteceğini asla bilemez, bu yolda karşınıza ne çıkabilir asla kestiremezmişsiniz.

Küçük kurbağa içinde doğduğu bu nehrin neler barındırdığını bilmeden her gün biraz daha yol alıyor, karşısına henüz atlayamadığı bir engel çıkmadığı için yolda olabilmenin kıymetini hafife alıyormuş.  Tıpkı diğer günlerde olduğu gibi, etrafında gördüğü her detaya bakacak, ama göremeyecek kadar tecrübesiz ve nehrin mucizelerinden habersiz  yol aldığı o gün hakkında yıllar sonra hatırlayacağı tek şey yağan yağmur olacakmış.

Kurbağa o zamana kadar, ancak yağmurun sesinde, toprağın kokusunda hissedebilirmiş kurbağalara ve diğer canlılara bahşedilen hediyeleri.  O gün yağmurun sesi ve kokusundan daha büyük bir hediye hazırlamış ona hayat, çünkü yağmurun ortasında görmüş onu; bildiği ve inandığı en büyük mucizenin içinde saklıymış nehrin ona sürprizi.

Hayatında gördüğü en güzel taş değilmiş bu taş, ama nehrin ortasında dimdik duruşu, diğer bütün taşlardan uzak kollarını açmış ve onu bekliyormuş gibi o hâli bizim küçük kurbağanın aklını başından almış. Başta anlamamış ne kadar uzun süre o taşa sarılarak kaldığını. Yağmur dinmiş, geceler gündüz olmuş diğer kurbağalar gelmiş ve geçmiş, ama  o sadece taşı görüyormuş.

Gördüğü şey zamanla o taş olmaktan da çıkmış. Bütün yolculuğun sebebi olarak görmüş başta onu,  sanki bütün yolları ona ulaşmak için aşmış bugüne kadar. Sonra nehrin o efsane mucizesi olduğuna inanmış onun;  herkes kendi taşına ulaşmak için alıyordu mutlaka bunca yolu. Onu beyninde ve kalbinde koyduğu onca yerden sonra, zamanla  taş gözünde ete kemiğe bürünmüş. Kurbağa bundan sonra bütün yolları taşın elinden tutarak aşacağını,  önlerine çıkan her virajda birbirlerinden güç alacaklarını ve beraber sadece bakmayı değil görebilmeyi de öğreneceklerini sanmış ama yanılmış.

Geçen onca zaman hiçbir sorusuna cevap vermemiş o aykırı taş ve  hiçbir hareket göstermemiş sonunda yola çıkabilmeleri için. Öyle ki ona kalması için bile tek bir işaret vermemiş, en çok da bu yüzden gidememiş kurbağa. Beklemiş, beklemiş… Çok kızmış, bazen üzülmüş, ne yapacağını bilemediği zamanlar olmuş ve bu yüzden her yolu denemiş, ama umudunu hiç kaybetmemiş. Yanından gider gibi yaptığı zamanlarda bile taşın da onunla geleceğine inancını hiç yitirmemiş, bu yüzden ancak gider gibi yapabilmiş fakat hiç gidememiş.

İçindeki sese kulak verdiğinde tek bir şey duyuyormuş, o ses ona sadece beklemesi gerektiğini söylüyormuş, o da bekliyormuş. Çok uzun bir süreden sonra gözünü taştan ayırmayı ancak başarabilmiş. Önce kendine bakmış, tanıyamamış, kupkuru kalmış bu beden ona ait değil, şu nehrin yanındaki kuru çalılara ait olmalıymış, fakat ne yazık ki o kuru çalılar bile ondan daha canlıymış. Daha sonra yanı başında akıp giden suya bakmış.

Zavallı kurbağa zamanın durduğunu ve o zamanı yeniden harekete geçirebilecek tek şeyin taşından alacağı bir yanıt olacağını sanıyorken akıp giden suda görebilmiş geçen zamanı, kaçırdığı her ihtimali ve kaybettiği her ânı. Akıp giden suyu özlemiş özlemesine, ama o suda yol alabilmek için bildiği tek çare taşı hareket ettirebilmekmiş gözünde –sanki daha önce hiç yüzmemiş gibi.

Zaman daha yavaş geçmeye başlamış suya baktıktan sonra, ama o yine taşına sarılmış. Bildiği tek şeyi yapmış ve ona anlatmış derdini:  “Bak nasıl da akıp gidiyor sular, korkarım ki biz seninle el ele yüzemeyeceğiz bu sularda. Artık yüzmeyi bildiğimden de şüpheliyim, belki de artık taş olan sadece sen değilsindir? Eğer öyleyse çalılara benzeyen yarım yamalak bir kurbağa olmaktansa razıyım taş olmaya, ama korkuyorum ya taş da olamazsam?” yine cevap gelmemiş, cevap hiç gelmezmiş.

Üzgünmüş kurbağa. Kendini kurtaracak şey olduğunu bilmeden ilk defa kendine bir soru sormuş bu defa: “Neden çok üzgünüm, aslında alışığım susmasına?” Birdenbire o çok uzun zamandır beklediği mucize sonunda gerçekleşmiş ve cevap gelmiş. Ormanın derinliklerinden değilmiş gelen cevap, sulara bakmış onlar her zamanki şarkılarını söylüyorlarmış. Taşa dayamış kulaklarını, alışık olduğu sessizlikmiş duyduğu tek şey ; cevabı veren kendisiymiş. Aslında hiç duymadığı, ama çok özlediği o ses kendi sesiymiş: “Çok üzgünsün, çünkü o kadar uzun süre bekledin ki seni üzen şey sadece taşın hareket etmemesi değil artık.

Kendini aksine ne kadar inandırırsan inandır taş olmaya çalışmak; akıp giderken hayat, sana hiç cevap vermeyen bir taşın yanında takılıp kalmak üzüyor seni. O taştan atlamak da üzecek seni şüphen olmasın!  Başta çok acı çekeceksin buz gibi su yakacak kurumuş tenini çok su yutacaksın, çünkü unuttun yüzmeyi. Fakat sonra fark edeceksin ki o taş hep hayal ettiğin gibi elinden tutup seninle gelmiş olsa bile sahip olmayacağın bir şey olacak artık yanında; en iyi ihtimale, hep hayal ettiğin o şeyin gerçekleşme ihtimaline rağmen suya atlayabildiğin için gurur duyacaksın kendinle.

Tek başına aldığın o yolda geride kalan taşını arayacak ellerin, ama sen akan suda bulacaksın şifayı; taşı taş olduğu ve bu yüzden olduğu yerde kalmayı seçtiği için suçlamamak gerektiğini de öğretecek sana zaman. Artık yapabileceğin hiçbir şeyin kalmadığını kabul etmen gereken bu noktada vazgeçebilmektir gösterebileceğin en büyük cesaret.

Sonun herkesin, hatta senin bile beklediğin gibi ölüm olsa ve sen bundan kaçmak için suya atlasan şaşılacak bir hikâye olmazdı hikayen. En iyi ihtimale rağmen akışa dönebilmek , herhangi bir diğer ihtimale gidebilmek, hatta o diğer ihtimallerin daha kötü olabilmesini de göze alarak akışta olabilmektir kurbağanın bir nehirde var olma sebebi . İşte  senin hikâyeni güzel yapacak olan da bu olacaktır. Şimdi ya veda edeceksin o taşa ya da canından olup taş da olacaksın, seçim senin.”

Kapak Görseli: Meditation, Maria Nguyen
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir