Karanlık Aydınlık
“Çocuk ölümlerinden duyulan üzüntü düşmana daha düşmanca bakmamıza yarayacaksa, savaşın devamını sağlayacaksa bir PR çalışması olarak veriliyor.” Kuzey Osman Genç, savaşlarda yitip giden çocukları ve onların sinemaya yansımasını yazdı.

Çocuklar da ölmez, en çok çocuklar ölür…

Eylül’ün hüznü veya tatil beldelerinin okul münasebetiyle terk edilişiyle açıklanamayacak bir hüzün var üzerimde. Mutsuzum…

Yalnız olmadığımı biliyordum ama dünya genelinde bir milyarı aşkın insan ile aynı durumda olduğumdan bihaberdim. Savaş ve çatışmalardan kaynaklı mutsuzluk dünyanın büyük bir kısmını etkisi altına almış durumda.

Geride bıraktığımız yıl çatışmalardan etkilenen insan sayısı bir milyarın üzerinde… Bu istatistiklerin içinde biz de varız. Neden mutsuz olduğumuz, neden kaygılar içinde yaşadığımızı bu sayılar bize söylüyor, ama bu sayıların içinde olduğumuzun bile farkında değiliz.

Peki başka nelerin farkında değiliz?

Savaşta, en kanlı cephede mesela kaç asker yaşamını yitirmiştir bilir misiniz? Deli unvanı takılan bir imparatorun rakip hükümdara meydan okuması kaç cana mâl olmuştur? Bir kalenin zapt edilmesi ya da korunması için kaç can feda edilmiştir… Eminim bu rakamlar azımsanmayacak kadar fazladır. Çoğu, kahramanca dilden dile aktarılır.  Ölen ya da öldürülen asker sayısı ne kadar fazlaysa o kadar kahramanca kazanılmış bir zaferdir bu. Abartıla abartıla yüzbinlere ulaşır bu sayılar. Bunun içindir ki bu savaşlarda ölen askerlerin sayısı günümüze ulaşandan çok daha azdır.

Fakat eline tüfek almamış insanların arasında yaşanan kayıplardan neden çok söz edilmez? Kan kırmızı akan nehirlerden bahsedilirken kaçında nehir kenarında oyun oynayan çocuğunki vardır? Bilinenin aksine, savaş sırasında yaşanan ölümler cephede değil cephe gerisinde, hatta çoğunlukla çocuklar arasında yaşanmaktadır.

Çoğu hafif bir makinalı tüfekten daha hafif bedenler savaş ve baskı politikaları sonucu toprak altına toplu halde istiflenirken, sebep olan hiçbir siyasi figür bu duruma dikkat çekmemiştir. Yakın tarihlerde meydana gelen ölümlerin medyaya yansımasında ise kullanılan terimler savaşın bir sonucu değilmişçesine yapılır. Sanki bu ölümler kazayla ve az sayıda yaşanıyormuş gibi verilir. Çocuk ölümlerinden duyulan üzüntü düşmana daha düşmanca bakmamıza yarayacaksa, savaşın devamını sağlayacaksa bir PR çalışması olarak veriliyor elbette.

Dünya genelinde büyük devletlerin paylaşamadığı büyük petrol, silah pastası ve ideolojik sebepler yüzünden milyarlarca insan savaşa sürüklenmiş ve savaşın bir sonucu olarak açlık ve yoksulluk ile karşı karşıya kalmıştır.

*Fotoğraf makinesini silah sanan mülteci çocuk. René Schulthoff’un 2014’te Ürdün’deki toplama kampında çektiği fotoğraf.

Savaşın etkilerini, gerçek hikâyeleri, dramları bize ileten edebiyat dünyası ve beyaz perdeye minnet duymak gerekir. Kitabını bir kenara bırakıp sinema filmi de olan “Çizgili Pijamalı Çocuk” filmini izleyerek masum bir çocuğun gaz odalarında ölüme terk edilmesine onay verebilir misiniz? İki çocuğun arkadaşlığına kayıtsız kalabilir misiniz? Filmde verilen mesajlarla savaş çığırtkanlığı yapmak neredeyse mümkün değil. Hâlâ kalbim yumuşamadı derseniz de bir animasyon filmi olan “Ateşböceklerinin Mezarı” savaşın arka planını bize göstermez mi? Gerçekçi gelmemesi animasyon filmi olmasından kaynaklı değil, görmek istememekle alakalı bir durum sanırım.

*Çizgili Pijamalı Çocuk filminden bir sahne.

Mayın Ülkesi filmi ise savaşta iki tarafında ne kadar acımasız olduğunu, iki tarafta da masumların, çocukların kaybını gösteriyor bize. Kendi topraklarımıza ait gerçek bir savaş hikâyesidir “120“. Terleseler sırtlarına havlu koyulacak 120 çocuk savaş ortamında kışın en çetin şartlarında orduya yardım etmek amacıyla yola koyuluyorlar. Aileleri tıpkı Çanakkale’ye gönderilen çocuk yaştaki askerlerin aileleri gibi ölüme gönderiyorlar. Soğuğu tenimizde hissedip kaskatı kesilsek de kalbimiz bu acıya kayıtsız kalamıyor…

Savaşın etkileri uzun yıllar sürse de izleri en kanlı savaş alanından ya da kan akan bir nehirden yok olup gitmesi uzun sürmüyor. Sinema ve edebiyatın yarattığı farkındalığın daima tekrarlanması için Savaş Anıtları çok önemlidir bence. Bize her baktığımızda savaşın kazananının olmadığını hatırlatacak…

Sizi SSCB’nin aç bıraktığı Ukrayna’da ölen milyonlara ya da  Japonya’da ABD tarafından bombalanan çocuklara götürmeyeceğim. Bu acı gerçeği görmeniz için sizi belki de her gün geçtiğiniz İstanbul’daki Yenikapı Marmaray metrosuna götüreceğim.

Yenikapı’da Marmaray inşaatının kazıları sırasında tarihe ışık tutabilecek nitelikte pek çok önemli bulgu ele geçiyor, fakat bunlar içerisinde bir de 2 yaş ve altı çocuklara ait çocuk mezarları bulunuyor. Bu çocukların ölüm sebebi mi? Tabii ki savaşın yol açtığı açlık ve kıtlık… Bu çocukların bir zafer mi yoksa bir mağlubiyet sonucu mu orada yattıkları belirsiz ve önemsiz. Zafer bile kazanılmış olsa sonucu toplu mezarlar, çocuk ölümleri oluyor.

İstanbul gibi kadim bir şehir bu mezarların üzerine yükseliyor bugün. İstanbul’da onlarca savaşın, yağmanın yaşandığı kadim bir şehir, ama bizde Japonya’daki Hiroşima Barış Anıtı gibi her gün göreceğimiz bir savaş anıtı yok. Kim bilir Yenikapı metrosu belki kocaman bir anıttır; bilmek, savaşa karşı durmak isteyene. Belki sizde her kart bastığınızda  ya da dışarı çıkıp her simit aldığınızda açlıktan ölen bu çocukları hatırlarsınız…

Kapak görseli: Soldier Searched By a Girl, Banksy
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir