Karanlık Aydınlık
İnsanın özünde kim olduğu, kişiliğini oluşturmaya çalışırken taktığı maskeler ve o maskelerin onu yalnızlaştırması üzerine bir deneme: Büyüyünce “ben” olacağım

İnsanların en çok korktuğu şeylerden biridir yalnızlık, haklı bir korkudur da bu. Tek başına kalmak, anlatamamak, anlaşıldığını görememek, paylaşamamak ve ihtiyaç olduğunda varlığından huzur koklayabileceği tek bir kişi bile bulamamak. Başa gelebilecek en kötü şeyler arasındadır belki de.

Bu korkunç duyguyu irdelendiğimde hangi yalnızlıktır en ağır olan? Düşünmeye başlıyorum ya da kafamda şu sorular dönmeye başlıyor; neden insanlar bu kadar yalnız, neden bu kadar yalnız hissederler? Görüyorum ki en büyük yalnızlık insanın kendini yalnız bırakması. Öksüz bıraktığı, sırt çevirdiği şeyin tamamen kendi kalbinden geçen duyguların, düşüncelerin, kendi benliğinin olması. Bir başka deyişle, insanın kendini reddetmesi ve tanımaması.

En büyük yalanları kendimize söylüyoruz, yaptığımız en büyük haksızlık, en büyük suçlama, en ağır ithaflar yine kendimize. En zor kendimizi affediyoruz, en çok kendimizi susturuyoruz belki. Başka insanların yanında olmaya çaba gösterirken en çok kendimizi yalnız bırakıyoruz. Ne yazık ki çoğumuz bu kötülükleri bilinçli yapmıyor; acizce, farkında olmadan ve belki de kendimiz için yaptığımız en doğru şey olduğunu düşünerek yapıyoruz. En büyük yanlışımız, olmamız gerektiği insan ve olduğumuz kişinin dengesini kuramamak. Bizlere bahşedilen en masum, en çok ait bize ait olan kalbimizin sesini susturuyoruz, çünkü kendimize biçtiğimiz o kimlik, içinde nefessiz kaldığımız o kalıp ve yüzümüze oturmayan o maske izin vermiyor bu sesin konuşmasına. Maalesef mantık çerçevesinin amacını saptırıyor maskelerde benliği kaybetmek.

Küçüklüğümü düşünüyorum, kurduğum ilk hayalleri. Geleceğe dair sahip olduğum ilk kurgu, en çok hazırladığım soru; ben büyüyünce kim olacağım? Sebebi çok açık; bana öğretmenlerimin, karşısında küçük bir kız gören her teyzenin, her amcanın sorduğu soruydu büyüyünce ne olacaksın? Belki de en büyük acizliğimiz olarak nitelendirdiğim maskelerimin oluşmaya başladığı sürecin başlangıcıdır bu soru.

Hep olması gereken olduğuna inandırıldık, hep olacak bir şeyin kararını vermemiz, bu sorulduğunda cevabı hazır tutulması beklendi bizlerden. Hep ideal bir insan olmayı, ulaşılması gereken karakterler mevkiler çizdirdiler defterlerimize. Şimdi kendimde gördüğüm ve çevremde en çok gözlemlediğim şey hâline geldi susturulmuş duygular; mantık çerçevesine sığmadığı için verilmemiş kararlar, olmam gereken kişinin cevabına uymadığı için vazgeçilmiş ihtimaller.

Bugün bana artık büyüyünce ne olacağım değil de kim olduğum sorulduğunda bambaşka cevaplar veriyor, süslü kağıtlarla hazırlanmış broşürler sunuyorum, çünkü ben her insan gibi, soru cevaplayabileceğim yaşa geldiğimden beri bu sorunun cevabını çalışıyorum; ne olacağım, ne olmalıyım.

Kurduğum ideal kişi uğruna taktığım maskelerle benliğim arasında bir savaş görüyorum bazen. Ne yazık ki bu savaşın yankıları sadece zihnimde yer bulmuyor, gün geliyor insanların beni göremediğini hissediyorum. Maskemi karşısında kırıp attığımı düşündüğüm insanlar bile görememiş olabiliyor yüzümü, belki de maske o kadar uzun süre kalmış ki, izi kalmış yüzümde, renkleri akmış, kapatmış özü asıl ben olan o rengi. Takındığım en sağlam maske hâline gelmiş, olmam gereken o insana en çok yakıştırdığım şeylerden biri olmuş güçlü olmak, fakat insanlar “duygusuzluk’’ olarak görmüş bunu.

Beni paramparça eden şeyler onların gözünde benim kolayca geçiştirebileceğim şeyler olarak algılanmış. Artık yepyeni bir soru sormama sebep oluyor benliğimle maskelerim arasındaki çatışma; ben gerçekte kimim? Hislerim, duygularım; iç dünyamda dinmek bilmeyen fırtınalar mı beni ben yapan, yoksa kendime çizdiğim resim mi, dönüştüğüm, dönüşmekte olduğum insan mı?

Neden kendini anlatmak bu kadar zor? Neden karşımızdaki insanda gördüğümüz şeyin gerçekliğinden, benliğinden kopup geldiğinden şüphe eder haldeyiz? Neden bu kadar yalnızız? Neden kendimizi bu kadar yalnız bıraktık?

Öncelikle çizdiğimiz idealler, kurduğumuz hayallerin içinde kaybolmamayı öğrenmek gerekiyor. İnsanın elinde bir haritayla yürüdüğü yolların verdiği güvenceye olduğu kadar, yer yön bilmeden, karşısına çıkabilecek her türlü sürprize açık olarak yola çıkması da gerek. Bir noktada haritalar, sağlam yollar değil, kaybolmak, keşfetmek, hatta düşmek ve öğrenmek asıl ihtiyaç duyduğumuz şey. Belki de  kendimize yapabileceğimiz en büyük iyilik, yine kendimizden esirgediğimiz, en çok susturduğumuz sesi dinlemek. Farkında olmadan sürekli ikinci plana attığımız yere, benliğimize dönmek, ona kulak vermek. Yine değişebiliriz. Her şey yine kendimize büyüyünce ne olacaksın diye sormakla başlar ve artık cevap olarak ‘’ben olacağım’’ diyebiliriz.

Artık sonuç, ben kimim dendiğinde broşürler değil, içimizden gelen seslerin yankısı; maskelerin gizleyemediği ben olacaktır. İşte o zaman kendi yalnızlığımızın mahkumluğundan çıkıp, bir bütün olacağız.

 

Kapak görseli : Midnight Rain, Les Edwards
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir