Karanlık Aydınlık
Yalnızlık dile kolay, fakat tecrübesi zor bir süreç. Şöyle bir dönüp baktığımızda dünyaya, kaç kişi yalnız acaba? Kaç kişi saklıyor yalnızlığını o yarım gülüşlerinde? Merve Rana Aydın’dan Stefan Zweig’ın Bir Çöküşün Öyküsü kitabı üzerine bir deneme: Kendinle tanışmak

Yalnızlık dile kolay, fakat tecrübesi zor bir süreç. Şöyle bir dönüp baktığımızda dünyaya, kaç kişi yalnız acaba? Kaç kişi saklıyor yalnızlığını o yarım gülüşlerinde? İnsanların dile getirmekten bile çekindiği bu kelime kaç kişinin kaderi olmuş?

Neden paylaşamıyoruz yalnızlığımızı? Ne kadar dile getirilse bir o kadar daha yalnız kalınacağına inanıyoruz belki de. Biz bu kelimenin varlığından bu kadar çekinirken gerçek anlamını sorgulamıyoruz, üstüne düşmüyoruz. Peki nedir yalnızlığın tanımı? İnsanlardan izole olmak mı ya da insanlarla birlikteyken izole olmak mı?

Belki de hiçbiri, ama kişinin kendi kendisini yalnız bırakmasıdır cevap. Sanırım son zamanlarda ben de bu duyguyu tatmaya başladım; insanlar havuzunda tek başıma yüzüyorum sanki. Bunun sebebini sorguladığımda beni gerçekten derinlemesine anlayan ve önemli hissettiren bir insanın eksikliğinden kaynaklandığı oluyor, ama bunu daha kendim bile başaramıyorken bir başkasından bunu medet ummam belki de gülünç. Belki de yanılıyorum, bilmiyorum, gerçekten böyle bir insana ihtiyacım var mı?

İşte tam da bu ruh hali içerisindeyken kendimi tıpkı Madame de Prie gibi hissediyorum; kendisiyle kavgası bitmeyen, manevi boşluğunu dolduramayan, hırslarına yenik düşmüş bir kadın gibi. Yalnızlığa sebep olan şey insanlar mı yoksa kendimiz miyiz? Nasıl doldurulur bu boşluk?

Madame de Prie’in sürgün dönemini kendi aklımda yaşayıp kendi yalnızlığıma yordum; manevi bir sürgün edilme bu. Kendi kendini terk etmişlik. Bu içsel yalnızlığı aşmak için çoğu zaman kendimi en mutlu hissettiğim âna ve mekâna yönlendirdim; hiç gitmediğim, görmediğim yerleri gezdim. Çoğu zaman işe yaradı da, kısa süreliğine nefesim kesildi; keşfetme hazzının en zirvelerine ulaştım neredeyse.

Bu durum ne kadar esrarengiz görünse de kısa bir süre sonra tekrar içsel yalnızlığıma dönüyor, yeni arayışlar içerisine giriyorum. Sonra da bu yaşadığım sürecin sanki sonsuza kadar sürecek bir döngü olduğu duygusuna varıyorum ve sonsuz bir huzursuzluk duygusuna kapılıyorum. Tatmin olmuşluk beni tatmin etmemeye başlıyor; çok daha derin anlamlar arayışı içerisinde buluyorum kendimi.

Bir Çöküşün Öyküsü’nü okurken Zweig’ın karakterine yansıttığı huzursuzluk duygusunu derinlemesine yaşayıp sanki kendi sonumu okuyormuşum gibi bir hisse kapıldım istemsizce. İçimdeki bu anlam arayışı ve yalnızlık sonsuza kadar sürecek miydi? Yoksa sürmesine izin vermeyip içimden bilinçli olarak söküp atacak kıydım?

Madame de Prie’nin çaresizliği tüm yüzüne yansımıştı yansımasına da insanlar yine de bu yansımayı görmezden gelip kendi hayatlarına devam ettiler. Benim çaresizliğim de yüzümden anlaşılmıyor mu? Neden umursamıyor insanlar? Belki de onlar da kendi yalnızlıklarıyla meşgullerdir. Belki onlar da kendilerini önemli hissettirecek insan arayışı içindedirler.

Tıpkı benim gibi; olur ya bir insan çıkagelsin bize kendisinden fazla önem versin ve saygı duysun, bu sayede tekrar hayata bağlanalım, egomuzdan ödün vermeyelim. Bir başkasının kendi hayatını değersizleştirmesi bizim kendi hayatımızın en büyük mutluluk taşını oluştursun.

Galiba kendi kendime yalnızlığın en büyük formülünü açıklamış oldum; mutluluğumuzu karşımızdaki kişinin mutsuzluğuna endekslemek. Çünkü o vakit bu kişi hayatımızdan çıktığında kendi yalnızlığımızla ve mutsuzluğumuzla baş başa kalmak kaçınılmaz olacaktır. Çünkü o kişinin varlığı bizim kendi hayatımızla ilgili derin sorgulamalar yapmamızı ve kendimizle yüzleşmemizi öteleyen bir unsurdur aslında. Dolayısıyla kendi kendimize yetememek bizi asıl uçurumun kenarında bırakan şey.

Şimdi ben de bu uçurumun kenarındayken kızıyorum kendime; neden başında düşünememişim bunları? Kendime zaman ayırıp asıl benle tanışamamışım, başkalarının beni bana anlatmasını istemişim bu zamana kadar. Benim ne kadar önemli olduğumu bir başkasının söylemesini tercih etmişim. Kendimi önemli hissetmek isterken tek yaptığım kendimi değersizleştirmek olmuş.

Bu değersizlik ise başından beri sorguladığım yalnızlığımın aslında en büyük kaynağı olmuş. Yalnızca kendini keşfedememiş ve bu yüzden kendini yalnızlığa mahkum etmiş bir insan oluşturmuşum bu güne kadar. Kendime dışardan bakabilseydim eğer, şöyle bir silkelerdim beni başında ve şunu derdim: Kendini tanı! Çünkü ancak o zaman ne istediğini bilen; yalnızlığından sıyrılmış, kendi ayaklarının üzerinde durabilen güçlü bir kadın olabilirsin.

KAYNAKÇA

Zweig, Stefan. Bir Çöküşün Öyküsü. İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.

Kapak görseli: Daniel Goldfarb
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir